CEM’İYYETÜ’L-ULEMÂ-İ AFGAN BÜROSUNDAN
NÂZIM: MEVLEVÎ ABDÜLVÂHİD-İ ÂSÎ-İ NESTEVÎ
MÜŞİDLERİN MÜRŞİDİ, MÜRİDLERİN MURÂDI (MAKSUDU) VE ALLAME HÜSEYİN HİLMİ IŞIK [BİN] SA’ÎD-İ İSTANBULÎ E’S-SAYDALÎ’NİN MÜRŞİDİ, CENÂB-I HAKÎMÜ’L-ÜMMET SEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVASÎ’NİN MERSİYESİ
Seyyidim Abdülhakîm bir güneş oldu ve batıya doğru dönerek suda gurûb etti.
Asır sadefinin içindeki tek inci idi. Cevherler arasında o bulunmaz bir kıymet oldu.
Yüksek derecede faziletli olan kimselerin büyüğü (emiri) idi. Parlak yıldız gibi “A’lâ refîk”a kavuştu.
Hüseyin İbni Sa’îd-i Saydalî (kimyâger) aşık (aşk denmiş) oldu ve onun aşkında tâkatsiz hale geldi.
Ayrılıktan ağlayıp inleyerek yanıp yakıldı. Çünkü mürşidinin yüzü perdenin arkasına çekildi.
Mürşidi ve mürebbisinin gölgesi başından gidince o, bu girdapta şaşa kalmıştır.
İstanbul ahalisi, yetim kaldılar. Çünkü Şeyh Arvâsî uykuya daldı.
Devlet ve ikbâl Bağlum’a gitti (Bağlum’da kaldı). Ankara’nın bahtı güneş gibi açıldı.
Bin üç yüz altmış üç senesi, onun, Rabbü’l-erbâb’a kavuştuğu yıl oldu.
Ey dostlar, o hak yolun şehidi oldu. Bu, âşıkların geleneğidir ki ahbâba (sevilenlere) nasip oldu.
Nakşibendî büyükleri olan âriflerden, Serhend’den (aldığı) saf aşk şarabı ile doydu.
En yüksek cennete gitti ve bu fânilerden bâkî olarak nura gark oldu.
Âsî’nin meşrebi o meşrebe ulaştı. Onun için, mersiyesi, her türlü edeplerle doldu.
Mektubun fârisî aslı için tıklayınız.