Seyyid Fehim-i Arvasi hazretleri, Doğu Anadolu'da yetişen büyük velilerdendir.
Silsile-i aliyyenin otuzüçüncüsüdür. Osmanlı Devletinin son devirlerinde
yaşamıştır. Seyyiddir. "Hazret-i Şeyh" ve "Allâme" lakapları vardır. "Arvasi"
denmekle meşhur olmuştur. Babası, Seyyid Abdülhamid Arvasi'dir. 1825 yılında
Van'ın Bahçesaray (Müküs) ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyünde doğdu.
1895’de aynı köyde vefat etti. Kabri oradadır ve sevenleri tarafından ziyaret
edilmektedir.
Temiz ve asil ailesi Anadolu'nun doğu vilayetlerinin ilim,
irfan ve güzel ahlak vasıflarının timsali (sembolü) idi. Zamanlarının âlimi,
fazilet örneği olan dedeleri Kâdiri ve Çeşti yollarına mensup idiler. Babası,
Arvas'ın tekke, zâviye ve medresesinin sevk ve idaresini yürütürdü. Seyyid
Fehim, küçük yaşta babası Seyyid Abdülhamid Efendiyi kaybetti. Annesi Seyyide
Emine Hanım, zahide, takva ve vera sahibi saliha bir hanım idi. Pek çok kadın
hizmetçileri olduğu halde ilim talebesinin elbisesini kendisi eliyle yıkar ve
yardım ederdi.
Küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye başlayan Seyyid
Fehim, kısa zamanda Kur'an-ı kerimi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurduğu
ve öteden beri ilim yayan büyük âlimler yetiştiren Arvas Medresesi ile
Müküs'teki Mir Hasan Veli Medresesinde temel dini bilgileri ve Arabi âlet
ilimlerini okudu. Kısa bir müddet ilim tahsiline ara verdi.
Sonra
Cizre'ye gidip Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Hâlid-i
Cezeri'nin ders halkasına dahil oldu. Kısa zamanda emsallerini geçip ilimde
ilerledi. Dini ilimleri ve zamanın fen bilgilerini öğrendi.
Seyyid Fehim,
Cezire'de ilim tahsili ile meşgul olduğu sırada, amcaoğlu Seyyid Sıbgatullah
Efendi de Cezire'ye gelip, Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin talebelerinden
Şeyh Salih Sibki hazretlerinden ilim öğrendi. Cezire dönüşünde Van'a uğradı.
Van'da bulunduğu günlerde büyük veli Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretleri de
Nehri'den Van'a gelmişti. Seyyid Taha hazretlerinin en seçkin eshabından olan
amcası Seyyid Muhammed Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid Taha-yı
Hakkâri hazretlerine talebe olmasını tavsiye etti. Seyyid Taha'ya talebe olan
Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde bulunarak, tasavvuf yolunda
ilerledi. Kısa zamanda olgunlaşarak insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını
anlatmak hususunda icazet, diploma ve hilafet aldı. Van valisi ve halkı Van'da
kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye gidiyorum. Seyyid Taha
hazretleri uygun görürlerse burada kalırım" buyurdu. Van'da kalmak istediğini
Seyyid Taha hazretlerine arz edince, buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van
halkı dun-himmettir (eksik, kısa himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin
elinde olmaz. Mükâşefe âleminden malumata göre sizin sülalenizden, yani Arvasi
hanedanından, ilim ve irfanı ile tanınmış, Allah bilir ama onun [Seyyid Fehimi
kasdediyor] vasıtasıyla, Van'ın irşadı geçici olarak mümkündür" buyurdu. Seyyid
Sıbgatullah Arvasi hazretleri; "O zat amcamın oğludur. Cezire'de ilim tahsili
ile meşgul, ilim ve irfanla meşhurdur" dedi. Seyyid Taha; "Bir başka gelişinde o
zatı muhakkak bana getir" diye emir buyurdu.
Seyyid Sıbgatullah, hocasını
ikinci defa ziyarete gelişinde, genç yaştaki Seyyid Fehim Arvasi'yi de Nehri'ye
getirdi. Seyyid Taha hazretlerinin huzuruna gidip sohbetiyle şereflendiler.
Kalma zamanı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid Sıbgatullah ve yanındakiler
Seyyid Taha hazretlerinin elini öpüp izin aldıktan sonra, sıra Seyyid Fehime
gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldığını görüp, Seyyid Taha hazretlerinden
onun için de izin istedi. Fakat Seyyid Taha hazretleri, Seyyid Fehim'in
kalmasını münasip gördü ve; "O burada kalsın" buyurdu. Seyyid Taha'nın
hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa sürede kemale geldi. Seyyid Taha hazretleri
onun hakkında; "Başkalarının altı ayda aldığı mesafeyi, Seyyid Fehim yirmi dört
saatte aldı" buyurdu.
Seyyid Taha hazretleri bir gün Câmi-i Şerifin
duvarına dayanarak Seyyid Fehim hazretlerine işaret ederek yanına çağırdı. O da
yanına gelince; "Çok zekisin, ilme istekli ve kabiliyetlisin. Muhakkak Mutavvel
kitabını okumalısın" buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri; "Kitabım yok. Bizim
taraflarda Mutavvel okunmaz" diye arz edince, kendi kitabını hediye etti. Muş'un
Bulanık kazasının Âbiri köyünde Molla Resul Sibki ismindeki büyük âlime gidip
okumasını tavsiye buyurdu. Huzurundan ayrılırken; "Sen zeki ve tetkik edici bir
ilim tâlibisin. Suallerine hocalar tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız
olurlar. Derslerin takibi esnasında bir zorlukla karşılaşırsan, onları rahatsız
etme. Elini göğsüne koy ve beni hatırla. İnşâallah derhal müşkilini hallederim"
buyurdu.
Hocasının elini öpüp duasını alan Seyyid Fehim Arvasi, Mutavvel
okumak üzere zamanın Doğu Anadolu'daki en büyük âlimlerinden olan Molla Resul
Sibki'nin huzuruna vardı. Molla Resul; "Ben Arvas ailesinden birisine ders
okutmak arzusundaydım. Çünkü, Arvas'ta Molla Resul Zeki'den okudum. O aileden
gelen bu zatta zeka eseri göremiyorum. Hayret o ailenin fertleri çok zeki
olurlardı" dedi. Seyyid Fehim Arvasi, Molla Resul'den ders almaya başladı. Fakat
Seyyid Taha hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders esnasında sual sormamaya
dikkat ediyordu. Hatta Molla Resul, Seyyid Fehim'in talebelerinden Molla
Hâlid'e; "Senin hocan sual sormuyor. Zekasız mıdır, yoksa utanıyor mu?" diye
sordu. Molla Hâlid de; "Evet ben başlangıçtan beri bu zatın yanında okuyordum.
Bir zaman hocalarına çok sual sorar, hocalar ona cevap vermekten aciz
kalırlardı. Fakat Nehri'den döndükten sonra ne hikmetse sual sormayı terk etti.
İlim öğrenmedeki kabiliyetine gelince: "Kusura bakmayın, bendeniz onun sizden
yüksek olduğunu tahmin ederim" diye arz etti.
Bir gün Molla Resul'den
Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım" dedi. Molla Resul tekrar
anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i Arvasi yine anlayamadığını söyledi. Molla Resul
cümleyi birkaç defa okuduktan sonra; "Bugün yoruldum, yarın anlatırım" dedi.
Ertesi gün okudu fakat yine açıklayamadı. O gece Molla Resul de, Seyyid Fehim de
düşündüler. Üçüncü gün aynı yere gelince, Molla Resul oradaki inceliği yine
açıklayamadı. O sırada Seyyid Fehim hocası Seyyid Taha hazretlerinin; "Ders
okurken anlayamadığın yer olursa, beni hatırla" sözünü hatırladı. Molla Resul
dersi mütâlaa etmekle meşgulken, Seyyid Fehim gözlerini kapayıp, mürşidi Seyyid
Taha hazretlerini gözünün önüne getirdi.
Seyyid Taha elinde bir kitap
ile göründü. Kitabı Seyyid Fehim'in önüne açtı. Mutavvel'in o sayfasıydı. O
satırları açık olarak okudu. Seyyid Fehim merakla dikkat ediyordu. O cümlenin
arasında bir atıf vavı (ve harfi) fazla okudu. Seyyid Taha hazretleri
kaybolunca, Seyyid Fehim gözlerini açtı. Molla Resul'ün o satırları okuyup
düşünmekte olduğunu gördü. Molla Resul'den izin isteyip, hocasından duyduğu gibi
bir (ve) ekleyerek okudu. Molla Resul bunu işitince; "Mana şimdi anlaşıldı"
dedi. İkisi de iyice anlamıştı. Molla Resul; "Bu satırları yirmi senedir okudum,
anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Söyle bakalım bunu
doğru okumak senin işin değil. Ben senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl
anladın? Bu (ve)yi okudun, mana düzeldi" dedi. Seyyid Fehim, mürşidi Seyyid Taha
hazretlerini hatırlayıp yardım istediğini söyledi. Mürşidinden nasıl öğrendiğini
anlattı. Molla Resul; "İmandan sonra küfür yoktur" diyerek kitabı kapattı.
Seyyid Fehim ile birlikte Nehri'nin yolunu tuttular. Onlar yolda iken Seyyid
Taha hazretleri; "Seyyid Fehim güzel bir hediye ile geliyor" buyurdu. Kısa bir
müddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen Molla Resul de Seyyid Taha
hazretlerinin sohbetine kavuşup, talebelerinden oldu. Onun huzurunda manevi
olgunluğa erişip, zahiri ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminde de yetişti.
Seyyid Taha hazretleri Molla Resul'e hilafet vererek insanlara İslamiyetin emir
ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi.
Hocası ve mürşidi Seyyid Taha
hazretlerinin huzuruna tekrar dönen Seyyid Fehim, onun hizmet ve sohbetlerinde
bulundu. Seyyid Taha hazretlerine olan muhabbet ve bağlılığı sebebiyle onun
yattığı odanın dış tarafında pencereye yüzünü döner ve sabahlara kadar ayakta
durup, onun güneş gibi nur saçan feyizlerinden istifadeye çalışırdı. Hatta bir
defasında bununla yetinmeyip, soğuk bir gecede şiddetli kar yağarken, kapının
dışında uzandı. Mübarek başını kapının eşiğine koyarak yattı. Şiddetli yağan
kar, mübarek vücudunu örttü. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar altında çeşit
çeşit feyz ve bereketlere kavuştu. Seyyid Taha hazretleri teheccüd namazını
kılmak için mescide gitmek üzere kapıyı açtı. Ayağını kapıdan dışarı atınca,
Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim hemen ayağa kalkıp edeple mürşidinin
karşısında durdu. Seyyid Taha hazretleri; "Yeter Molla Fehim. Benim kanaatime
göre bugün ilimde bir ummansınız. Seyyid Şerif Cürcani hazretlerinden sonra
ilimde seyyidlerin yüzünü siz güldürdünüz. Bu ilmi bu kadar yere sermeyiniz"
buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden bütün istifadem, hazretinizin
bir nazarıyla olana yetişememiştir. Bendeniz menfaatimi arıyorum" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Seyyid Taha hazretleri onu kucakladı, gecenin karanlığında
cihanı aydınlatacak manevi nurları ihsan etti. Elini tutarak beraber mescide
gittiler. Seyyid Taha hazretlerinin hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yüksek derecelerine kavuşan Seyyid Fehim, büyük bir veli oldu. Mutlak hilafetle şereflenme zamanı gelince, üstadı Seyyid Taha onu huzuruna çağırdı ve insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatmak, onların dünya ve ahirette saadete, kurtuluşa kavuşmalarına vesile olmakla vazifelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; (Bu bir ağır yüktür. Ben bunu kaldıramam.) Hem de buna layık olmadığını bildirip çekingen davrandı. Seyyid Taha hazretleri; (Bu bir emr-i ihtiyari, isteğe bağlı bir iş değil, emr-i zaruri olup, mecburi iştir) buyurdu. Memleketi olan Arvas'a gitmesini emretti. Yola çıkacağı zaman tekrar huzuruna çağırdı, kitapların içindeki mektuplarını kendisine göstererek; (Bu ihlas ve muhabbet sizin değil midir? Neden imtina ediyorsunuz. Yemin ederim ki sizin hilafetiniz, Resul-i ekrem efendimiz tarafından tasdik buyurulmuş ve bütün sâdât-ı kiram büyükler tasdik buyurmuş, ben de tasdik etmek zorundayım. Siz de kabul etmek mecburiyetindesiniz) buyurdu.
Kanaat, tevekkül, zühd, muhabbet, rıza ve
teslimiyette çok yüksek bir mürşid-i kâmil olan ve; "Seyyid Taha'yı gördüm,
tarikat ve hakikatin ne olduğunu öğrendim" buyuran Seyyid Fehim hazretleri,
hocasının emrine uyarak Arvas'a döndü. Arvas Medresesini yeniden imar ederek
talebelere ilim öğretti. Ayrıca, ehl-i sünnet itikadını, eshab-ı kiramın yolunu
anlatarak insanların saadetine çalıştı. İslamiyet’in emir ve yasaklarından kıl
kadar ayrılmaksızın vazifesine devam etti. Her zaman afet kabul ettiği şöhretten
kaçındı. Arvas Medresesinde en az elli talebeye ders verip Madde-i Kübra adlı
eseri okuturdu. Ondan ilim tahsil edip, mezun olanlar Van ve havâlisinde
Reisü'l-müderrisin unvanıyla anıldılar. Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve
marifetteki üstünlüğü kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Seyyid Fehim
hazretleri hocası Seyyid Taha hazretlerini, ders talebesi gibi her yıl,
Arvas'dan Nehri'ye gelerek, ziyaret ederdi. Vefatından sonra, yerine geçen
biraderi Seyyid Muhammed Salih hazretlerini de ziyaret edip, sohbetlerinde
bulundu. Zira Seyyid Muhammed Salih hazretleri Seyyid Fehim hazretlerinin
sohbette üstadıydı.
Üstadının vefatından sonra daha da tanınan Seyyid
Fehim hazretleri, ilim ve fazilette iyice meşhur oldu. Mısır, Irak, Suriye ve bu
havâlide halledilemeyen meseleler ona getirildi. Çözülemez gibi görülen müşkil
meseleleri hallederdi. Onun sohbetinde bulunmak üzere Arvas'a giden kimseler
dünyadan habersiz, nefsin ve şeytanın şerrinden emniyette olup, muhabbet
deryasına daldılar. Ondan feyz alıp, yüksek derecelere kavuştular. Sohbet ve
dersleriyle pek çok insanın doğru yola kavuşmasına vesile oldular. Böylece, Doğu
Anadolu halkının Sünni kalmasını, bâtıl fırkaların yöreye girmemesini temin
ederek, milli birliğe çok hizmet etti. Doksanüç Harbinde Ruslara karşı Doğu
Bâyezid Cephesine gidip büyük kahramanlıklar ve muvaffakiyetler
gösterdiler.
Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid Taha hazretlerinin
vefatından sonra onun emir ve tavsiyelerine sıkı sıkıya uydu. Senede iki defa
Van'a teşrif ederek halka İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlattı. Onların
dünyada ve ahirette saadete, mutluluğa kavuşmaları için çalıştı. Vaaz ve
sohbetleriyle Van halkının İslamiyet’e bağlılığı ve bu husustaki şöhreti arttı.
"Dünyada Van, ahirette iman" sözü insanlar arasında yaygın olarak söylenmeye
başlandı. Seyyid Fehim hazretlerinin Van'a gelişlerinde büyük bir kalabalık ve
izdiham olurdu. Zamanın valisi, askeri ve mülki erkanı onu ziyaret ederek,
sohbetlerinden istifade ederler, varsa müşkil meselelerini sorup cevaplarını
alırlardı. Maddi ve manevi bütün emirleri yerine getirilir, herkes ona saygı ve
hürmette kusur etmezdi. Böylece hocası Seyyid Taha'nın seneler önce buyurduğu;
"Van'ın fethi Arvasi hanedanından, ilim ve irfanı ile tanınmış bir zatın
vasıtasıyla muvakkaten (geçici olarak) mümkündür" sözünün hükmü keramet olarak
ortaya çıkmıştı.
İlim, fazilet ve güzel ahlakta zamanının bir tanesi olan
Seyyid Fehim hazretleri, İslamiyet’in emirlerine ve sevgili Peygamberimizin
sünnet-i seniyyesine titizlikle uyardı. Onu sevenler namazlarını mutlaka camide
cemaatle kılarlardı. Onun en büyük kerameti, İslamiyet’in emir ve yasaklarına
tam uyması, kendisinden sonra vazifesini devam ettirecek olan Seyyid Abdülhakim
gibi âlim ve veli bir zatı yetiştirmesiydi. Bunlardan başka pek çok kerametleri
görülmüştür.
Seyyid Fehim hazretleri bir defasında talebeleriyle Van Gölü
kıyısında giderken, göldeki Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinden bir
papaz çıkarak su üstünde yürümeye başlar. Talebeler bunu görünce, bazılarının
hatırına; "Allahın düşmanı dediğimiz papaz, su üzerinde yürüyor da, evliyanın
büyüğü, Allahü teâlânın sevdiği, seçtiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri
acaba neden yürümez ve kıyıdan dolaşır" diye gelir. Seyyid Fehim, bu düşünceyi
anlayıp, mübarek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine çarpar.
Nalınları çarptıkça papaz suya batar. Boğazına kadar gelince, bir daha çarpar.
Papaz, batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünen talebesine dönerek; "O, sihir
yaparak, su üstünde gidiyor, böylece sizin imanınızı bozmak istiyordu. Nalınları
çarpınca sihri bozulup battı. Müslümanlar sihir yapmaz. Allahü teâlâdan keramet
istemekten de hayâ ederler" buyurdu. Kerameti ile papazın sihrini bozdu.
Diyarbakır'da adliye müfettişi Mustafa Necati Bey isminde bir kimse
vardı. Vazifeli olarak Van'ın Müküs kazasına gitti. Bir bayram günü, bayram
namazından sonra kaymakam ve kazanın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini
ziyarete gitmek üzere hazırlandılar. Mustafa Necati Bey de onlarla birlikte
gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola çıktılar. Yolculuk
esnasında güzel şeylerden bahsedildi. Arvas'ın yakınındaki Kırmızı Köprüyü
geçtikten sonra hepsi de ayrı bir manevi havaya girdiler. Mustafa Necati Bey de
o havadan etkilendi. Fakat kendisi içki içtiği için heybesinde iki şişe içki
vardı. Arvas kabristanının altındaki taşlıkta bu şişeleri kimseden habersiz, bir
yere sakladı. Arvas'a varıp, Seyyid Fehim hazretlerini ziyaret ettiler.
Hepsi sırasıyla saygıyla elini öptüler. Mustafa Necati Bey de ellerini
öpüp, tasavvuf yolunda talebesi olmak istediğini bildirdi. Seyyid Fehim
hazretleri ona; "Şişe ile tarikat bir arada olmaz. Git şişeleri kır, dök gel,
öyle kabul edelim" buyurdu. Mustafa Necati Bey şişeleri oraya koyduğunu kimsenin
görmediğini düşündü. Fakat Allahü teâlâ veli kullarına kerametle bildirir diye
düşünerek gitti. Şişelerden birini kırdı, diğerini de sıkışırsam kullanırım
dedi. Seyyid Fehim hazretlerinin huzuruna gelince; "Git öbürünü de kır gel!"
buyurdular. Mustafa Necati Bey bu durum keyfi değil, zaruridir. O şişeyi oraya
isteyerek bırakmadım. Zaruri kalırsam içerim, diye bıraktım" dedi. Seyyid Fehim
hazretleri; "Haramda zaruret olmaz" buyurdular. Mustafa Necati Bey gidip o
şişeyi de kırdı. Sonra ellerini öptü ve talebeleri arasına girdi. Bundan sonra
içki alışkanlığı kalmadı. Mustafa Necati Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında;
"Türkiye'yi hemen hemen tamamen, Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde
meşayıhtan pek çok kimseyle karşılaştım. Bu zat gibi olgun bir fert görmedim.
Peygamber efendimizi ve Eshab-ı kiramı temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilm,
yumuşaklık, vakar, letâfet ve heybeti hiç kimsede görmedim" diye anlatır ve
ağlardı.
Seyyid Taha hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca
gitmek istiyordu. Van'a geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam Taha-yı
Hakkâri hazretlerini tanıyanlar çoktur. İlim sohbetleri olur. Yanımda büyük bir
âlimin bulunması zaruridir. Buna layık ancak babamın halifesi Seyyid Fehim
hazretleridir" diye düşünerek onları beraber götürmek üzere Van'a davet etti.
Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "Üstadım birlikte hacca gidelim" dedi.
Seyyid Fehim hazretleri özür beyan edip; "Mali ve bedeni durumum müsait
değildir" buyurdu. Seyyid Ubeydullah Efendi; "Mal ve para işi bana aittir.
Bedeni durumunuzla ilgili olarak Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin Divan'ına
bakalım, ne çıkacak" dedi. Divan'ın bazı sayfalarını açtıkları zaman Medine-i
münevvere ile ilgili beytler çıktı. Bunun üzerine karar verip birlikte hac
yolculuğuna çıktılar. İstanbul'a geçip, Fâtih'teki Reşâdiye Oteline indiler.
Onların İstanbul'a geldiklerini haber alan zamanın padişahı Sultan İkinci
Abdülhamid Han, kendilerini saraya davet etti. Sarayda misafir edip, ikram ve
ihsanlarda bulundu.
Kendisi veli olan, âlim ve velilere çok hürmet eden
Sultan İkinci Abdülhamid Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup,
duasını aldı. On iki gün kadar İstanbul'da misafir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya
kadar merasimle, törenle uğurladı.
Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid
Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki âlim ve veliler ile görüşüp
sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan Ezher
Medresesinden yetişen âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve faziletteki
üstünlüğünü kabul ettiler.
Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan
Hacı Ömer Efendiyle birlikte Câmi-ül-Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya
girdiler. Bu odada oturan bir âlimin etrâfında çok sayıda kitaplar ve önünde bir
kağıt olduğu halde oturduğunu gördüler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat önündeki
kağıda bir şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kağıtta olan yazıyı bir
defada okuyup ezberledi. Çünkü bir defa okuduğu yazıyı ezberlemek onun
hususiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; "Sizin okumanız var mıdır?"
diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir miktar meşgul olduğunu bildirdi.
Âlim; "Siz bu kağıttaki yazının manasını bilir misiniz?" dedi. "Evet" cevabını
alınca, hayret etti ve; "Hayret! Câmiü'l-Ezher Medresesi (Üniversitesi) bütün
şubeleri (fakülteleri) ile bir haftadan beri bu meselenin halli için tatil
edildi. Reisü'l-ulema başta olmak üzere bütün âlimler gece-gündüz çalışmaktadır.
Bu yazının mana ve mefhumunu anlamaktan aciz kaldı" dedi. Seyyid Fehim
hazretleri; "Basit bir meseledir" buyurunca, âlim daha çok hayret
etti.
Seyyid Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi izah etmeye başladı.
Hayretler vâdisinde dolaşan âlim, saygıyla kalkıp elini öptükten sonra, hemen
kağıt kalem alıp Fehim-i Arvasi hazretlerinin izahını yazdı. Adresini alarak
tekrar ellerini öptü ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı Ömer Efendiyle
birlikte kiraladıkları eve döndü.
Bir müddet sonra Câmiu'l-Ezher
Medresesi Reisü'l-ulemâsının (rektörü) gönderdiği dört âlim çıkageldi.
Reisü'l-ulemâ tarafından Câmiu'l-Ezhere davet edildiğini ifade ettiler. Seyyid
Fehim hazretleri daveti kabul buyurup, gitti. Büyük bir salonda Reisü'l-ulemâ
başta olmak üzere beş yüze yakın âlim büyük bir saygı ile kendisini
karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleriyle Reisü'l-ulemâ yan yana oturdular.
Sohbet başladı. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerine; "Efendi hazretleri!
Tam istenen şekilde açıkladığınız mesele, Câmiü'l-Ezherce müşkil ve manası
anlaşılamayan bir mesele hâline gelmişti. Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla bu
müşkilâttan bizleri kurtardınız. Câmiü'l-Ezher size sonsuz şükrân borçludur"
dedi.
Birçok müşkil meselelerin halledildiği sualli cevaplı sohbet,
saatlerce devam etti. Bu sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Ömer
Efendiden tütün çubuğunu doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Ömer Efendinin
hazırladığı çubuktan birkaç nefes çekip yerine koydu. Reisü'l-ulemâ, Seyyid
Fehim hazretlerinden müsaade isteyip; "Birkaç nefes de ben çekebilir miyim?"
dedi. Seyyid Fehim hazretleri müsaade ettikten sonra birkaç nefes de
Reisü'l-ulemâ çekti. Fakat bu sırada salondaki âlimler arasında fısıltılar
başladı. İki âlim gelerek Reisü'l-ulemâ'ya; "Efendim tütün içmenin kesin haram
olduğuna dair dört fetva vermiştiniz. Şimdi içiyorsunuz, hikmeti nedir?" diye
sordular. Reisü'l-ulemâ cevaben; "Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zatın ilmi
yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve takvamız da bu zatın verâ ve takvâsı
yanında yok gibidir. Bu zata uyarak bugünden sonra tütün içeceğim. Demek ki
yanılmışım. Haram değilmiş. Haram ve günah olsaydı, bu zat ağzına koyar mıydı?
Siz serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını
duyurunuz" dedi.
Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve hizmetinde
bulunanlar, kendilerini dünyadan uzaklaşmış görürlerdi. Arapça, Farsça, Türkçe
ile diğer mahalli dilleri bilirdi. Her dildeki mahareti emsalinden üstündü.
Arapça konuştuğu zaman Mısır Câmiü'l-Ezherinde yetiştiği sanılırdı. Maddi ve
manevi bütün ilimlerde derin âlim, fesahat ve belagatları harikaydı. Seyyid
Abdülhakim hazretleri onun vasıflarını şu şekilde anlatırdı: "O, her ilimde bir
okyanustu. Derinliğine kimse inemedi. Ancak oğlu ve halifesi Seyyid Muhammed
Emin azıcık anlıyordu. Hattâ Şeyh Sa'di Şirâzi'nin Gülistan'ından bir beyt
okudular ve izah buyurdular. Bir miktarını anlayabildim. Seyyid Muhammed Emin de
bir miktar daha anladı. Sonra o da anlayamadı. Hülasa hakikat ve inceliklerini
kimse hakkıyla idrak edemedi.
Seyyid Fehim hazretleri bir gece rüyasında
Resulullah efendimizi gördü. Resulullah efendimiz ona; "Abdülhakim'in
terbiyesini sana ısmarladım" buyurdu. Bu emir üzerine Abdülhakim Efendinin
terbiyesine daha çok ihtimam gösterip, onu tasavvuftaki vilayet-i Ahmediyye
derecesine ulaştırdı.
Seyyid Fehim hazretlerinin önde gelen talebesi
Seyyid Abdülhakim Efendi, onun sohbetlerinden çok istifade etmişti. Bir gece
benzeri olmayan bir sohbet oldu. Seyyid Abdülhakim bu sohbette dinlediklerini
kendisi için yeterli görerek; "Bu sohbet bana yeter, alabileceğim her şeyi bu
gece aldım" diye düşündü. Sabah olunca üstadı kendisinden ibriğini istedi.
Abdülhakim Efendi ibriği bir elma ağacının altında bulunan hocasına götürdü. Bu
sırada hazret-i Seyyid; "Abdülhakim! Bu ağaç ne ağacıdır?" diye sordu. "Elma
ağacıdır efendim" diye cevap alınca; "Bu ağacın bir gövdesi, dalları, dallarında
da meyveleri vardır. Şimdi bir elmanın içindeki çekirdeği yiyen bir kurt, ben
bütün elmayı ve elma ağacını yedim, onda olanları aldım dese, doğru olur mu?"
buyurdu. Böylece Seyyid Abdülhakim Efendiye akşamki düşüncelerinin yanlış
olduğunu bildirip, daha çok gayret etmesi gerektiğini işaret
buyurdu.
Hazret-i Seyyid talebelerinin en üstünü olan Seyyid Abdülhakim
Efendiye hilafetname vermeden beş yıl önce, kardeşlerine yazdığı mektupta
buyurdu ki: "Sevdiğim, kıymetli Seyyid İbrahim ve Seyyid Taha. Allahü teâlâ
ikinize de selâmet versin. Size çok dua ettikten ve selam eyledikten sonra,
bildiğiniz gibi kardeşiniz Seyyid Molla Abdülhakim geçen sonbaharda buraya
gelmiş, ders okumaya başlamıştı. Bu fakir de onun dersini gayet dikkatle ve
tahkik ederek anlattım. O da gerek derste, gerek kendi çalışmalarında öylece
dikkat ve tahkik eyledi. İlimden başka bir şeye bakmasına vakit bırakmadım.
Şimdi, zamanımızdaki usule göre kitapları bitirdi. Bu fakir, âlet ilimlerini,
fıkıh ve hadis ilimlerini okutmak için, üstadlarımdan nasıl mezun olduysam, onu
da öyle mezun eyledim. Sizler artık ona kardeş gözüyle bakmayınız. İlmin
şerefini gözetmek için ona karşı çok tevazu gösteriniz. Bunları sizin iyiliğiniz
ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan başka ilme tevazu göstermek, Allahü
teâlâya tevazu etmek demektir. Bu kısa yazımdan çok şeyler anlayınız! Esseyyid
Fehim."
Seyyid Abdülhakim Efendiye 1882 senesinde zâhiri ilimlerde
icazet, diploma verdiği gibi, 1888 senesinde tasavvufta Nakşibendiye, Kâdiriye,
Sühreverdiye, Çeştiye ve Kübreviye yollarından hilafet de verdi. İnsanlara
İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi. Seyyid Abdülhakim'e
yazdığı bir mektupta buyurdu ki: "Sevgili oğlum, gözümün nuru Seyyid Molla
Abdülhakim! Size, sonsuz dualarımı bildirdikten sonra arz edeyim ki, uzun
zamandan beri, sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ
her gizli şeyleri bilir. O şahiddir ki, kalbim hemen her zaman seninledir
diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hallerinizi sık
sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gözümün nuru
buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun!
Bedenimizin ve etrafımızın rahatı ve selameti günden güne artmaktadır. Hak
teâlâ, biz fakirlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selamet ihsan
buyursun! Âmin. Şeyh Abdülhamid'e ve Şeyh Hasan'a ve Seyyid İbrâhim'e bu fakirin
dualarını bildiriniz! Taha Efendiye ve Mazhar Efendiye dua ederim. Her kime
uygun görürseniz, bu fakirin dualarını bildirmek için, vekilimsiniz. Bundan
başka, Nehri'de olanların, doğru eğri hepsinin hallerini yazınız. Ayrıca,
Nasturilerin taşkınlık yaptıklarını, dört yüz müslüman öldürdüklerini işittik.
Bunların neler yaptıklarını ve ne için yaptıklarını da bildirmenizi istiyorum.
Vesselam. Duacınız günahkâr Seyyid Fehim."
Ömrünü İslamiyet’i öğrenmek ve
öğretmekle geçiren Seyyid Fehim hazretleri vefatından altı ay öncesinden
itibaren sefer hazırlığına başlamıştı. Sohbetlerinde her zamankinden daha çok
ölümden bahsediyordu. Şimdi medfun bulunduğu kabr-i şerifin yerine bakarak,
Arvas kabristanına defnedilenlerin imanlı olduğu takdirde bütün günahlarının
affedileceğini beyan buyururlardı.
Ömrünün son günlerine doğru
rahatsızlığı fazlalaştı. Bir Cuma günü hasta haliyle camiye gitti. O gün
halifesi ve oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendi beliğ ve hazin bir hutbe okudu.
Caminin arkasındaki çeşmeye kadar saflar bağlamış olan cemaat bu hutbenin
tesiriyle mahzun olup, ağladı. Seyyid Fehim hazretleri Cuma namazını oturarak
kıldı. Sonra da Seyyid Abdülhakim Efendi, Seyyid Muhammed Emin Efendi, Halife
Derviş ve Halife Ali adlı dört halifesini huzuruna davet buyurarak vasiyetlerini
şöyle bildirdi:
"Kitaplarımı Arvas Kütüphanesine vakfettim. Benim
bildiğim kimseye borcum yoktur. İhtiyaten ilan edin. Şayet alacaklılar çıkarsa,
ne kadar iddia ederlerse, Muhammed Emin tereddütsüz versin. İlmin ve
Nakşibendiye yolunun yayılmasına ihtimam gösteriniz. Seyyidim ve senedim Seyyid
Taha-yı Hakkâri hazretlerinin, her sene asgari bir defa Van'a gidip halkı irşad
için fakire olan emirlerini yerine getiriniz...”
Vasiyetine devam ederek;
"Benden sonra çok fitne çıkacak, kadınlardan haya perdesi kalkıp, çarşı
pazarlarda dolaşacaklar. İslam, Abdülhamid Hanla kâimdir" buyurdu. Bir ara
Seyyid Abdülhakim Efendiye dönerek; "Cenab-ı Hak sizi muhafaza edecektir"
buyurdu ve İbrahim aleyhisselamın ateşte yanmadığı kıssasını anlattı. "Ehl-i
sünnet itikadının, eshab-ı kiramın yolunun yayılması için elimden geldiğince,
kıl kadar ayrılmamak üzere hizmet ettim. İnşâallah mesul değilim. Tam tetkik
etmeden fetva vermeyiniz. Ruhsatlarla yetinmeyiniz. İmkan oldukça azimetleri
esas kabul ediniz" buyurduktan sonra bir müddet kimseyi yanlarına kabul
buyurmadılar. Allahü teâlâyı anmakla ve ibadetle meşgul oldular.
Fehim-i
Arvasi hazretlerinin hastalığını duyanlar uzak yakın her taraftan gelip ziyaret
ettiler. Tedavi için doktorlar getirdiler. Vefat ettiği günün ikindi namazını
oturarak kılan Seyyid Fehim hazretlerinin mübarek vücutları secdeden mübarek
başını kaldıramayacak derecede zayıflamıştı. Oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendinin
yardımıyla başını secdeden kaldırabiliyordu. Bu sırada hüzün ve üzüntü Arvas ve
etrafını kaplamış, evin etrafında yüzlerce seveni ve talebesi onun iyileşmesi
haberini bekliyordu. O sırada renk renk, çeşit çeşit kuşlar geldiler, havada
sıra sıra durarak herkesin hissettiği şekilde hüzünlerini izhâr ettiler.
Yüzbinlerce kuş, Arvas üzerinde şemsiye gibi gölge ettiler. O arada gaybdan bir
ses; "Yâ eyyetühennefsü'l-mutmeinneh..." âyet-i kerimesini sonuna kadar
okudu. Secdeden başını kaldırıp "Er-Refiku'l-a'lâ" dedikten sonra sesli bir
kelime-i tevhidden sonra 1895 senesi Şevval ayının on beşinci Salı günü ruhunu
teslim etti.
Seyyid Fehim-i Arvasi hazretlerinin Arvas'ta bulunan kabri,
sevenleri tarafından ziyaret edilmekte ve bereketlerinden faydalanılmaktadır.
Vesile edilerek yapılan dualar kabul olmaktadır. Çocuğu olmayanlar çocuğa sahip
olmakta, hasta olanlar şifaya kavuşmaktadırlar.
Gece evden niçin
ayrıldılar? Seyyid Fehim hazretleri her sene Van'a gelişinde bir müddet
kalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Genellikle kendisini çok seven
mahkeme başkâtibi Ahmed Beyin evinde misâfir olurdu. Bir sene Ahmed Bey hacca
gitmişti. Van'a bir gelişinde yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı
yakınlarından birini çağırdı ve; "Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan çıkıp,
falan eve gideceğiz" buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarısı gitmek ayıp olur.
Yarın gitsek olmaz mı?" dedi. "Hayır şimdi gideceğiz. Hem Ahmed Beyin oğullarına
da haber ver" buyurdu. Durumu öğrenen Ahmed Beyin oğulları gelip yalvardılar.
"Efendim bir kusur yaptıksa af buyurun. Bizden ayrılmayın. Babamız işitirse
üzülür. Biz ona ne cevap vereceğiz, lutfediniz, ihsan ediniz! Kabahatimizi
bağışlayınız" dediler. Çok göz yaşı döktüler. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayır
sizden çok razıyım, bize her hizmeti fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere dua
etmekteyim. Fakat şimdi gitmemiz lazım" buyurdu. Ahmed Beyin oğulları; "Emir
buyurduğunuz gibi olsun" dediler. Gece yarısı sevdiklerinden bir başkasının
evine gittiler.
Ertesi gün oğlu Muhammed Emin Efendi, Ahmed Beyin
oğullarının pek çok üzüldüklerini söyledi ve; "Babacığım o evde sabaha kadar
kalsaydık ne olurdu?" diye sorunca, Seyyid Fehim hazretleri; "Oğlum! Şimdi
kimseye söyleme. Bu gece Ahmed Bey Mekke-i mükerremede vefat etti. Ev yetim evi
oldu. Mal mirasçılara kaldı. Evvelce her şeyi kullanıyor, yiyip içiyorduk. Çünkü
Ahmed Beyin seve seve helal edeceğini biliyordum. Şimdi ise tanışmadığımız
mirasçılarının hakkı olduğundan bir şeyi kullanmak caiz olmaz. Kul hakkından
kaçınmak için acele ayrıldım" buyurdu. Bir ay sonra hacılar döndü. Herkes geldi.
Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarısı Mekke'de vefat etti" dediler. Hesap ettiler,
Seyyid Fehim hazretlerinin evden ayrıldığı geceye rastlıyordu.
Şeyhin
seni öldürtmez Van'ın Gürpınar Muhammed Pirân aşiretinden Ali isminde bir
zat gelerek Seyyid Fehim hazretlerine talebe oldu. Bir yolculuk sırasında
vaktiyle hasmı olan bir kimse yolunu kesti. Ali ismindeki zatı öldürmek üzere
silahına sarıldı. Nişan aldığı sırada Ali ismindeki zat; "Beni öldürme! Hazret-i
Şeyhe (Seyyid Fehim) talebe oldum. Bütün dünya düşüncelerinden sıyrıldım"
diyerek, hasmını ikna etmeye çalıştı. Fakat silahlı kimse onu dinlemeyip
silahının tetiğine bastı. Beş tane fişeği vardı. Hepsini attı fakat hiç ses
duyulmadığı gibi, Ali Efendiye de herhangi bir şey olmadı. Silahlı kimse, fişek
yuvasına baktı, fişekleri göremedi. Olanlar karşısında şaşırıp kaldı. "Şeyhin
seni öldürtmez" diyerek ayrılıp gitti.
Ali Efendi bir müddet sonra Seyyid
Fehim-i Arvasi hazretlerini ziyaret etmek üzere Arvas'a gitti. Ziyaret esnasında
Seyyid Fehim hazretleri ona; "Köyün tepesinde çok korktunuz mu?" diye sordu. Ali
Efendi; "Evet efendim" dedi. Seyyid Fehim hazretleri oturduğu postun altından
beş adet fişeği çıkararak Ali Efendiye verdi ve; "Kul hakkıdır. Üzerimizde
kalmasın" buyurup fişekleri sahibine vermeyi emretti. Ali Efendi bu fişekleri
sahibine götürüp verdi. Hadise sırasında zaten hayret içinde kalmış olan silahlı
kimse, yaptıklarına pişman oldu. Tevbe edip, Arvas'a gitti ve Seyyid Fehim
hazretlerine talebe oldu.
|