» ANA SAYFA
» VAKIF RESİMLERİ
» ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
» SİLSİLE-İ ALİYYE
» KİTAP İNDİR
» VİDEO ARŞİVİ
» SESLİ YAYINLAR
» LiNKLER
» İRTİBAT
   » Bağış
Bağışlarınız için
HESAP NUMARALARIMIZ

  »  İrtibat

E-Posta 

bilgi@bulentgencervakfi.com 

Telefon 

+90 312 329 17 04

 
 
 
Silsile-i Aliyye Büyükleri   
 
Hüseyin Hilmi Işık Efendi (Hayatı)
HÜSEYN HİLMÎ IŞIK “rahmetullahi teâlâ aleyh”: 

20 inci asrın İslâm âlimi, evliyâsı ve fen ilmlerinin mütehassısıdır.

Nâm-ı müsteârı (M. Sıddîk Gümüş)dür.  Bazı kitâblarında bu ismi kullanmıştır.

Binüçyüzyirmidokuz [1329] hicrî yılına rastlıyan bindokuzyüzonbir [1911] senesinde Mart ayının sekizinci günü, güzel bir behâr sabâhı, İstanbulda, Eyyûb sultânda, Servi Mahallesi, Vezîrtekke sokağı Şifâ yokuşunda [1] numaralı evde tevellüd etdi. Hicrî 9 Şa’bân 1422'de [mîlâdî 26 Ekim 2001] vefât etti. Eyyûb Câmi’inde kılınan cenâze nemâzına binlerce kişi katıldı. Eyyûb Sultân'da, Kaşgârî dergâhı yanında, âile kabristânına defn olundu.  

Babası Sa’îd, dedesi Lofcanın Tepova köyünden İbrâhîm Pehlivândır. İkisi de Eyyûb Sultânda medfûndur. Balkan harbinde şehîd olduğu tepeye ismi verilen Bursalı Kâmil efendi ile hemşîresi Âişe hanımın anneleri Fâtıma hanım, İbrâhîm Pehlivânın birâderinin kızıdır.

Çeşidli, çok kıymetli din ve fen kitâblarının yazarıdır. Türkçe, arabî, fârisî, fransızca, almanca ve ingilizce kitâbları neşr etmişdir. Kitâbları bütün memleketlerde okunmakdadır. Teğmenlikden albaylığa kadar türk ordusunda zehrli gazlar mütehassıslığı ve kimyâ öğretmenliği yapmış, çok subay yetişdirmişdir. İstanbul üniversitesinde çalışarak, (Phenyl-ciyan-nitrometan) cisminin sentezini yapmış ve formülünü bulmuşdur. Bunu bildiren raporunu Fen fakültesi 1937 de, (Fritz Arndt, Lotte Loewe, Hilmî Işık) ismleri ile Devlet matbaasında, ingilizce olarak, 2.ci cild numarası ile basdırmışdır. Ayrıca fen fakültesinin 1937 senesi ikinci kânûn târîhli (Fen fakültesi mecmu’asında) 139.cu sahîfesinde neşr edilmişdir. Almanyada çıkan (Zentral Blatt) kimyâ kitâbının [m. 1937] tarîh ve [2519] sayısında (H. Hilmî Işık) isminde yazılıdır Bu başarılarından dolayı çok tebrîkler almışdır. 

Din bilgilerinde derin âlim ve tesavvuf ma’rifetlerinde kâmil ve mükemmil olan, kerâmetler, hârikalar sâhibi seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi aleyh” yetişdirdiği salâhiyyetli bir din âlimidir. 1929 dan 1362 [m. 1943] senesine kadar o büyük zâtdan ders almış, arabî ve fârisî tercemeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmışdır. (Hakîkat Kitâbevi)nde, 1415 hicrî ve 1995 mîlâdî senesinde, kendi hâzırladığı 60 arabî ve 25 fârisî ve 14 türkçe ve bunlardan terceme etdirdiği, fransızca, ingilizce, almanca, rusca ve arnavudca ve diğer dillerdeki kitâbların mikdârı yüzden fazladır. Vehhâbî, râfızî ve teblîğ-i cemâ’at denilen Ehl-i sünnet düşmanlarını rezîl etmişdir. Hakîkat Kitâbevinin basdırdığı kitâblar, (İnternet) vâsıtası ile bütün dünyâya  neşr olunmakdadır.

(Çok kitâb okudum. Ehl-i sünnet âlimlerinin yükseklikleri yanında, pek câhil, bir hiç olduğumu anladım. Onları tanıyabilmek, yollarında bulunmak, büyük ni’metdir. Resûlullahın yolu, onların gösterdikleri yoldur. Resûlullahın güzel ahlâkı, onların ahlâkıdır. Dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşmak isteyen, o büyüklerin yoluna, sımsıkı sarılsın!) derdi.

Âilesi ve Akrabâları


·       Babası Sa’îd efendi, doksanüç [hicrî 1295, mîlâdî 1878] Rus harbinde muhâcir olarak İstanbula gelmiş, Vezîrtekkesinde yerleşip evlenmişdi. Harb ve muhâcirlik sıkıntıları sebebi ile, hiçbir mektebe gidememiş, belediyyede kantar me’mûru olmuş, kırk seneden fazla, bu vazîfeyi yapmışdı. İstanbulun büyük câmi’lerinde, meşhûr hocaların derslerine aralıksız devâm ederek din bilgilerinde çok derinleşmişdi. Vazîfesi îcâbı matematiğin dört işlemini zihn ile yapmakda, o kadar mâhir olmuşdu ki, görenler şaşardı. Lise son sınıfda iken, babası Sa'îd efendi 1929 senesinde Eyyûb Sultânda vefât etdi. Askerî lisenin talebeleri, hocaları ve subayları cenâzede bulundu.   Eyyûb halkı cenâzede bulunanların çokluğuna şaşmışdı. Eyyûb Sultân kabristânında  medfûndur. 


·       Annesi Âişe hanım ve annesinin babası Hüseyn ağa da, Lofca kasabasından  idiler. Annesi Âişe hanım, Mamakda vefât etmiş, Bağlumda medfûndur. 

 

·       Büyük birâderi Mustafâ efendi, astsubay mektebini bitirip, bu mektebde öğretmen iken, Şifâ yokuşundaki babasının evinde hastalanarak vefât etmiş, Eyyûbde defn edilmişdir. 

 

·       Diğer birâderi İbrâhîm efendi, deniz astsubay mektebini bitirip, Almanyada ihtisâs yapdıkdan sonra, Karaköyde polis me’mûru iken, bir kazâ kurşunuyla şehîd olmuş ve karakol civârındaki kabristâna defn edilmişdir.  

 

·       Küçük birâderi, Mehmed Sedâd efendi, Türkiye gazetesinde yazar iken, 1997 de vefât etmiş, Kaşgârî dergâhı yanındaki âile kabristânında medfûndur. 

 

·       Hemşîreleri Zehrâ, Fâika ve Nazîme hanımlar evlenmemiş, İstanbulda vefât etmişlerdir.

 

·       Hüseyn Hilmî Işık’ın “rahmetullahi aleyh” amcası Halîl efendi, Ca’fer ve Mustafâ efendiler vefât etmişlerdir.

 

·       İki teyzesi, Cemîle ve Fevziye hanımlardır.   Fevziye hanımın oğlu Şemi’ beğ ve kızı Suhandan hanımdır. 

 

·       Hüseyn Hilmî Işık'ın “rahmetullahi aleyh” zevcesi Nefîse Sîret Hanım, 28 Şubat 2009 târîhinde İstabul'da vefât ederek, zevcinin yanına defn olundu. 

 

·       Hüseyn Hilmî Işık’ın “rahmetullahi aleyh” bir oğlu ve kızı olup, oğlu, kıymetli insan Abdülhakîm Işık, 25 Mart 2001 [30 Zilhicce 1421]de vefât etmişdir. Kabri babasının yanındadır. 

 

·       Bir torunu, ya’nî, Abdülhakîm Işık’ın oğlu olan Ferruh Işık Beğdir. 

 

·       Dâmâdı İhlâs Holding'in sâhibi Enver Ören, ikinci torunu A. Mücâhid Ören'dir. 

Mektebe  Başlaması 

Hüseyn Hilmî efendi beş yaşında, Eyyûb câmi'i ile Bostan iskelesi arasındaki Mihri Şâh sultân ilk mektebine başladı. Burada iki senede Kur'ân-ı kerîmi hatm eyledi. Yedi yaşında, sultân Reşâd hânın türbesine bitişik (Reşâdiyye nümûne mektebi)nde ilk tahsîlini yaparken, babası ta'tîl aylarında (Hakîm Kutbüddin), (Kalenderhâne) ve (Ebüssü'ûd) din mekteblerine de gönderir, oğlunun iyi yetişmesi için çok gayret ederdi. Hüseyn Hilmî efendi, [1924] senesinde ilk mektebi birincilikle bitirdi. İlk okulda her dersden aldığı altın yaldızlı mükâfâtları büyük bir albümü doldurmakdadır.

O sene, Konyadan İstanbula getirilmiş olan (Halıcıoğlu askerî lisesi) giriş imtihânlarını pekiyi derece ile kazanıp, o sene orta kısmı ikinci sınıfa birincilikle geçdi. Her sene takdîrler alarak [1929] da askerî liseyi birincilikle bitirip, askerî tıbbiyye mektebine seçildi. Hilmî efendi, askerî lisenin her sınıfında oruclarını tutdu. Her nemâzını kıldı. 

Lisede iken geometri hocası, her dersi verince Hüseyn Hilmî efendiye tekrâr etdirirdi. Arkadaşları, sen anlatınca dahâ iyi anlıyoruz derlerdi. Lise ikinci sınıfda (bir dik açının düşeyinin de dik olması için bir kenarının, düzleme paralel olması lâzım ve kâfidir) teorisini isbât ederken, durakladı. Hocası yüzbaşı Fuâd bey hatırlatmak isteyince (Efendim! Burasına aklım ermiyor. Dediğinizi anlıyorum. Fekat, iki isbâtlama birbiri yerine oluyor) demişdi. Fuâd bey, sınıfın ikincisine soruyor. O da, rakîbinin bu hâline sevinerek, (Hayır efendim. Hilmî efendi yanılıyor. Kitâb da sizin anlatdığınız gibi yazıyor) diyor. Hilmî efendi, bunu anlıyamadığında ısrar edince, Fuâd bey, onu yerine oturtuyor ve (Hilmî efendi! insanlık hâli bu. Belki bugün çok çalışarak kafan yorulmuş. Belki de başka üzüntün vardır. Başka zemân iyi anlarsın. Üzülme!) diyor. Gece oluyor. Herkes uykuda. Nöbetçi, Hilmî efendiyi uyandırıyor. (Kalk! Geometri hocası, öğretmenler odasında seni istiyor) diyor. Kalkıp giyiniyor. Geceyarısı, şaşkın şaşkın odaya gidiyorlar. Fuâd bey: (Yavrum Hilmî efendi! Evime gidince düşündüm. Hilmî efendi her yeni verilen dersi bülbül gibi tekrâr eder. En çetin matematik problemlerini çözer. Onun bugün iki ayrı geometri da'vâsının birbirine ters düşdüğünü söylemesi boşuna olmasa gerekdir dedim. Çok inceledim. Anladım ki, Hilmî efendi haklı imiş. Fransız profesörü Hadamar yanlış yazmış. İzmir lisesi geometri muallimi Ahmed Nazmi bey de, bunu terceme ederken farkına varamamış. Ben ise, senelerce, bunu yanlış anlatmışım. Oğlum sen haklısın. Seni tebrîk ederim. Senin gibi talebem olduğu için iftihâr ediyorum. Senin râhat uyuman, sevinmen için, yarını bekliyemedim, geldim.) dedi. Hilmî efendinin alnından öpdü ve gitdi.

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri ile karşılaşması

Kendileri, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri ile karşılaşmasını (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜnde; şöyle anlatmakdadır.

“İlk tahsîlimi, baba yerim olan İstanbulda, Eyyûb sultânda, Reşâdiyye nümûne mektebinde yapdım. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. Halıcıoğlu Askerî lisesi Orta ve Lise kısmında okurken, mekteblerden Kur’ân-ı kerîm ve din dersleri kaldırıldı. Allahü teâlânın, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. Onları yüksek, olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. Fekat, mukaddesâtıma saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradım. Îmân ile küfr arasında bocaladım. Küçük aklımla düşünerek, müslimânlık olarak öğrendiğim bütün bilgilerimi inceliyordum. Hepsinin fâideli, iyi, kıymetli olduğunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum. Altı sene, bu iki te’sîr altında sarsıldım. Birkaç sene önce, berâber oruc tutduğumuz, nemâz kıldığımız arkadaşlarım, öğretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. Yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haksızmıyım, yanlış yoldamıyım diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz yaşında idim. Kadr gecesi, mektebde yatmışdık. Uyuyamadım. Şaşkın olarak, yatağımdan fırladım. Düşüncelerimde, îmânda yalnız kalmışdım. Sıkılıyordum, bunalıyordum. Bağçeye çıkdım. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyyûb sultânın, ya’nî Hâlid bin Zeydin türbesine karşı, Halîcin ışıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın diyorlardı. Hıçkırarak ağladım. (Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmakdan koru!) diye yalvardım. Allahü teâlâ, bu ma’sûm ve hâlis düâmı kabûl buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâsı Abdülhakîm efendi, önce rü’yâda, sonra câmi’de karşıma çıkdı. Beni, cezb etdi.” 

Hüseyin Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, Bâyezîd meydânında Zeyneb hânımın çok zînetli olan konağındaki fen fakültesinde okurken pek üzüntülü idi. Bâyezîd câmi'inde Cum'a nemâzı kılarken, yalnız bir saf cemâ'at vardı. Onlar da yaşlı idiler. Birkaç sene sonra müslimân kalmıyacak diyerek hem üzülüyor, hem de bunun sebebini araşdırıyor, bir dürlü anlıyamıyordu. Yeis ve ümmîdsizlik içinde idi. Mektebde de derdleşecek, fâidelenecek kimse bulamıyordu.

Birgün dersden çıkmış öğle nemâzını kılmak için Bâyezîd câmi'ine girmişdi. Kıldıkdan sonra kitâbcılar tarafında birinin va'z verdiğini gördü. Oturup dinledi. Bir hoca elindeki ince ve ufak bir kitâba bakarak îmânın altı şartını anlatıyordu. Hep bildiği şeylerdi. Fekat kalkıp başka yere otursaydı, dersi beğenmedi ve gitdi sanarak hoca üzülür düşüncesi ile yerinden kalkmadı. Zâten dinliyen de, üç-beş ihtiyârdı. Hoca dersi çabuk bitirdi. Önündeki bir formalık ince kitâbları göstererek, (Bunlar herkese lâzımdır. Satıyorum alınız!) dedi. Hocanın çok fakîr olduğu hâlinden anlaşılıyordu. Kitâb alan kimse olmadı. Hilmî efendi, hocaya acıdı. Bir dâne alıp, bir gence hediye ederim düşüncesi ile (kaç kuruş?) dedi. Yirmibeş kuruş deyince, almadı. Hem yirmibeş kuruşu yokdu. Hem de, küçük kitâbın değeri iki kuruş kadardı. Çünki, para kıymetli idi. İmâm ma'âşı on-yedi lira, teğmen aylığı altmışbir lira idi. Kitâbın ençok beş kuruşdan fazla olmasını din adamına yakışdıramadı. (Allah rızâsı için parasız verilir. Haydi nafaka için beş kuruş olsun) diye düşünerek, bu hocayı beğenmedi. Kalkıp karşı tarafa doğru yürüdü. Bâyezîd meydânı tarafındaki parmaklık içi ve dışı çok galabalıkdı. Bir ihtiyâr, içerde oturmuş kitâbdan anlatıyordu. Güçlükle gidip, arkasına oturup dinledi. (Evliyâ mezârları nasıl ziyâret edilir?) anlatıyordu. Hiç bilmediği, çok merâk etdiği şeylerdi. Fekat câmi’ içinde ikindi nemâzı kılınmağa başlandı. Hoca da kitâbı kapayıp, (Bu kitâb Allah rızâsı için bu küçük efendiye hediyyem olsun!) diyerek arkasına uzatdı. Kalkıp nemâza başladı. Hilmî efendi, bu hocayı dinlerken, hep karşıdaki hocayı düşünüyor. Allah adamı, din kitâbını bedava verir düşüncesini zihninde tekrârlıyordu. Bu hoca ise, kendisini görmemişdi. Arkasında küçük efendi olduğunu nereden anlamışdı? Kitâbı alınca, câmi'in boş yerine koşup nemâzını kıldı. Kitâbın kapağında (Râbıta-i şerîfe) ve altında (Abdülhakîm) yazılı idi. Yanındakine sorup, kitâbı verenin Abdülhakîm efendi olduğunu, Cum'a günleri, Eyyûb câmi'inde va'z verdiğini öğrendi. Hemen Bâyezîd kulesine yakın (Bekir ağa bölüğü) denilen binâdaki yerine gitdi. Cum'a gününü bekledi. O zemân her yer Cum'a günleri ta'tîl olurdu. Büyük câmi'de hocayı aradı. Göremedi. Sordu. O, başka câmi'de imâmdır. Orada kılıp, buraya gelir. Dışarıda bekler dediler. Dayanamadı. Dışarı çıkdı. Onu, bir kitâb sergisinin yanında duruyor gördü. Arkasından yaklaşdı. Sevgi ile hep hocaya bakdı. Kitâbcı (Hoca, ayakda dikilme! Şu iskemleye otur!) dedi. İskemlenin üstü kar ile örtülmüşdü. Oraya oturacak iken, Hilmî efendi, şimşek gibi sıçrayıp (durun, oturmayın!) dedi ve mendili ile karları atdı. Kaputunu çıkarıp, katlayıp, üstüne koydu. (Buyurun, oturun!) dedi. Dönüp ona bakdı. Mubârek yüzü heybetli, kara kaşları, kara gözleri, yuvarlak sakalı, çok güzel, pek sevimli idi. (Kaputunu al!) deyip tahtaya oturdu. Hilmî efendi, buna üzüldü ise de, (Kaputu sırtıma ört!) dedi. Bu emrine sevindi. Cemâ'at câmi'den çıkmağa başlayınca kalkdı. Câmi'in yan tarafındaki küçük kısmına girdi. Yerdeki yüksek mindere oturup rahle üstündeki kitâbından anlatmağa başladı. Hüseyn Hilmî efendi, en önde karşısına oturmuş dikkatle dinliyordu. Hiç işitmemiş olduğu çok merâk etdiği din ve dünyâ bilgilerini zevk ile dinledi. Defîne bulmuş fakîr gibi, serin suya kavuşmuş, ciğeri yanık kimse gibi idi. Gözlerini seyyid Abdülhakîm efendiden hiç ayırmıyor, Onun sevimli, nûrlu yüzünü seyr etmeğe, söylediği, herbiri pırlanta gibi kıymetli bilgileri dinlemeğe dalmış, kendinden geçmiş, dünyâ işlerini, mektebini, herşeyi unutmuşdu. Kalbinde, tatlı tatlı birşeyler dolaşıyor, sanki, tatlı birşeyle yıkanarak temizleniyordu. Dahâ ilk sohbeti, ilk sözleri Hüseyn Hilmî efendiyi mest etmiş, (Fenâ) denilen ve kavuşmak için uzun seneler çile çekilen ni'met, sanki bir oturuşda hâsıl olmuşdu. Ne yazık ki, bir sâ'at geçmiş, ders bitmişdi. Bu bir sâ'at, Hüseyn Hilmî efendiye bir ân gibi olmuş, tatlı rü'yâdan uyanır gibi, elindeki not defterini cebine koyarak, dışarı çıkmak için kapıda sıraya girmişdi. Ayakkabılarının iplerini bağlarken, birisi eğilip, kulağına (Küçük efendi! Seni çok sevdim. Bizim ev mezârlık arasındadır. Bize gel. Seninle konuşuruz!) dedi. Bu çok tatlı, te'sîrli sözü söyliyen kimse, seyyid Abdülhakîm efendi idi. O gece, Hilmî efendi, rü'yâda (Bulutsuz, parlak mavi bir semâ. Etrafı, câmi’ kubbesindeki gibi parmaklıkla çevrilmiş, burada nûr yüzlü biri gidiyor. Başını kaldırıp bakınca, seyyid Abdülhakîm efendi olduğunu gördü). Zevkle uyandı. Birkaç gün sonra, rü'yâda, Hazret-i Hâlidin türbesinde sandukanın baş tarafına biri oturmuş. Yüzü ay gibi dalgalanıyor. Elini öpmek için kuyruk olmuşlar. Hilmî efendi de diziye giriyor. Sırası gelip, elini öperken uyanıyor). Her cum'a evine gidiyor. O zemân Fâtihde oturmakdadır. Ba'zan sabâh nemâzından önce gelip, yatsıdan sonra, zorla ayrılmakda, herşeyi unutup, yeniden görüyormuş gibi olmakdadır. Yimekde, nemâzda, istirâhatda, bir yere gitmekde, Abdülhakîm efendiden hiç ayrılmamakdadır. Hareketlerine dikkat ediyor. Hep onu dinliyor. Bir dakîkanın boş geçmemesi için çırpınıyordu. Ta'tîl günlerinde, boş kaldığı zemânlarda, hep oraya gidiyor. Câmi'lerdeki va'zlarını hiç kaçırmıyordu. Bir beyt, mısra' veyâ arabî, fârisî bir cümle yazılıp açıklanmıyan bir gün olmamışdı. Yazılanların hepsi ezberlenirdi. Emsile, Avâmil, Simâ'î masdarlar, (İsaguci) denilen mantık kitâbı ezberletildi. 

Kendileri (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜnde, bu husûsda şöyle buyumaktadırlar. 

Eczâcı mektebinde talebe iken, Bâyezîd câmi’i şerîfinde va’zlarına, sonra evine gitdim. Bana acıdı. Sarf, nahv, mantık, fıkh öğretdi. Çok kitâb okutdu. Fransızca Maten gazetesine de abone etdirdi. Arabî ve fârisî öğretdi. (Emâlî kasîdesi)ni, (Hâlid-i Bagdâdî dîvânı)nın bir kısmını ezberletdi. Sohbetleri o kadar tatlı, o kadar fâideli idi ki, çok def’a, sabâhdan gece yarısına kadar yanından ayrılmazdım. Şimdi, o sohbetleri hâtırladığım ânlar, hayâtımın en zevkli dakîkaları olmakdadır.”

Seyyid Abdülhakîm efendinin Hüseyn Hilmî efendiye ilk verdiği vazîfe, imâm-ı Begavînin (Kazâ-kader) hakkındaki, birkaç satırının arabcadan türkceye tercemesi oldu. Tercemeyi, gece evinde yazarak, ertesi gün hocasına götürünce, (Çok iyi, doğru terceme etmişsin. Hoşuma gitdi) buyurmuşdur. Hüseyn Hilmî Işığın “rahmetullahi aleyh” bu ilk tercemesi, (Se'âdet-i ebediyye) kitâbı, ikinci kısm, dördüncü madde sonundadır.

Yine  (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜnde, hocalarının sohbetindeki hâllerini şöyle ifâde buyurmaktadırlar. 

“(m. 1936)ya kadar askerî tıbbiyye mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek mühendisliğine devâm etdim, hem de o islâm âliminin va’zlarından, sohbetinden ilm ve zevk topladım. Kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. İslâmiyyetin dünyâ ve âhıret se’âdeti için, biricik kaynak olduğunu anladım. Önceleri, büyük sandığım kimseleri, islâm âlimlerinin büyüklükleri yanında, çocuk gibi gördüm. Onların ilm diye söyledikleri ba’zı şeylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüş plânlar, iftirâlar olduğunu anladım. (m. 1936) dan sonra, Ankarada, Mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca öğrenmemi ve İmâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh”  (Mektûbât)ını devâmlı okumamı söyledi. Her fırsatda İstanbula gelip, ma’rifetler deryâsından inci, mercân topladım.”

   Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, seyyid Abdülhakîm efendinin sohbetindeki, sözlerindeki lezzeti, başka hiçbir yerde duyamadığını söyler, şimdi en zevkli anlarım, o tatlı günleri hâtırladığım zemânlardır derdi. O zemânları hâtırladıkça, hasretinden, firâk ateşinden burnumun kemikleri sızlıyor der, şu beyti sıksık okurdu:

 

Zi-hicr-i dositân, hûn şüd derûn-i sine cân-ı men,

Firâk-ı hem-nişînân suht, magz-ı istehân-ı men!

Türkçesi:

Sevdiklerimden ayrı kaldığım için, göğsümde, rûhum kan ağlıyor,

Birlikde oturduklarımın ayrılığı, kemiklerimin iliğini yakıyor!

    Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh” , her sohbetinde islâm âlimlerinin kitâblarından okur, imâm-ı Rabbânînin ve Abdülhakîm-i Arvâsînin “rahmetullahi aleyhimâ” sözlerinden söyler, gözleri yaşarırdı. (Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmest) derdi. Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür demekdir. 

Abdülhakîm efendinin, 


·             İslâm âlimleri anılınca, (insan onlar idi. Onların yanında biz hiç kalırız. Hâzır olsak, hesâba katılmayız. Gâib olsak, aranmayız!) ve


·             (Tekkeler kapatılmasaydı, burada birkaç Velî yetişiyordu!) ve 


·             (Ben zâyi' oldum!) ve


·             (Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum!) ve 


·             (İmâm-ı Rabbânînin Mektûbâtını herkes anlıyamaz. (Mektûbât), ne Hâfız-ı Şîrâzînin yazılarına, ne de (Hamse) ye benzer. Biz onu anlamak için değil, bereketlenmek için okuyoruz!) ve


·             (Nemâz kılmak, Allahü teâlâya teveccüh etmek demekdir. Dünyâda şer'i şerîfe muvâfık nemâz kılanlara hakâyık münkeşif olur. İlm-i ledünnî ihsân olunur. Bu ilmin yetmişiki derecesi vardır. En aşağısı, yaprakların sayısını bilmek ve Sa'îd ile Şakî olanı ayırmakdır. Bunlar kabrde nemâz kılarlar.)

sözlerini sıksık tekrâr ederdi.

Hocasının Mektûbları,  Sarf ve Nahv Mühendisi Müjdesine  Mazhar Olması

Hüseyn Himî Işık “rahmetullahi aleyh”, her fırsatda İstanbula gider. Bu ziyâretleri güçleşince mektûb yazarak gönlünü ferahlatırdı. 

Abdülhakîm efendi, mubârek el yazısı ile verdiği cevâbların birinde, (Azîz Hilmî! Mektûbunuzun delâlet etdiği âfiyetinize şükrânlarda bulundum. Sedâda avâmil okutman pek hoşuma gitdi. Demek ki şehrlerden uzak kalmanızın takdîri boş değildir. Her ikiniz de müstefîd olursunuz... Size ve vâlide ve kardeşlerinize selâmlar ve düâlar ederim. Ara-sıra mektûb yazınız. Ahvâlinizi mufassalan yazınız! Teftîşden sonraki ahvâlinizi serî'an bildiriniz!) yazılıdır. 

Başka bir mektûbda (Pekçok sevilen Hilmî ve Sedâd! Sevimli mektûbunuzu aldık. Senâ ve şükre bâis oldu. Avâmilin tercemesini güzel yapmış. Demek ki, anlamış. Hilmî istifâde eder. Sedâd istifâde eder. Avâmilin bir şerhi, bir de mu'rebi vardır. Bunları bir vâsıta ile gönderirim. Zâten nahv i'tibârîle kâfî olur. Sonra kimyâ mühendisi olduğunuz gibi, bir de sarf ve nahv mühendisi olursunuz. Diğer mühendisler çoğaldıkça, kıymetden düşerler. Bu mühendislik haddi zâtında makbûl olduğu gibi, nâdir olmuş, azalmış ve bitmiş olduğundan çok makbûl olur. Demek orada bulunmanız, böyle devlet-i azîmeye nâil olmak için olmuş. Selâmlar ve düâlar ederiz)

Başka bir mektûbunda, (Hilmî! Bu mektûbunuzdan çok memnûn ve mesrûr oldum. Hemen bu i'tikâdın kuvvetlenmesini arzû ederim. Hablar, ya'nî müshil habları bana çok yarıyor. Kolay ise, bir mikdâr dahâ yapınız ve gönderiniz!) 

Başka bir mektûbda (Aleyküm selâm! Esnâ-i tilâvet-i Kur'ânda selâm sünnet değildir. Fekat selâm eden olur ise, reddi (cevâb vermek) vâcibdir. Tilâvet esnasında tilâveti keser. Selâmı red eder. Sonra okumağa başlar. Zîrâ tilâvet sünnetdir. Redd-i selâm vâcibdir. Vâcib, sünnet için terk ve te'hîr olunmaz. Evvelce gördüğün ve anladığın gibi oku! Zîrâ, bu hakdan murâd, hürmet demekdir. (Bi-hakk-ı Muhammed) «sallallahü aleyhi ve sellem) demek, bi-hurmet-i Muhammed demekdir. (Mevkûfât) sâhibi zan etmiş ki, hak kelimesi, bir hakk-ı şer'î veyâ hakk-ı aklîdir. Öyle murâd olunur ise, öyle olur. Minelkadîm bu düâ böyle okuna-gelmişdir. Evet, Allahü teâlâya hiçbir sûretle, hiçbirşey, ne şer'an ve ne de aklen vâcib değildir. Burada hakdan murâd, bu murâd değildir. Belki mütercim yanlış anlamışdır. Azîzim! Senin hâlin gibi, herkes bu derdle derdli, bu hastalık ile hastadır. Böyle olmaz ise, başka sûretle râhatsızlık olur. Âdetullah böyle cârî olmuşdur. Arabî beyt: (Küllü men telka-hu yeşkü dehrehu. Yâleyte şa'rî hâzihid-dünyâ limen?). (Ya'nî her kime rast gelirsen, hâlinden, zemânından şikâyet ediyor. Âh bilseydim, bu dünyâ kimin malıdır demekdir. İyisi yine sensin!)

Başka bir mektûbda (Hilmî, mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatınıza şükr etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarıyan ve dîn-i islâmda misli te'lîf edilmiş olmıyan (Mektûbât) kitâbını okuyup ba'zısını anlamanın çok ziyâde bir fadl ve ihsân olduğunu bilmelisin!...

İstanbuldan Mamak köyüne gönderilmiş olan bu mektûblar, mubârek el yazısı ile, (Yâdigâr mektûblar) dosyasında saklanmakdadır.

Hüseyn Hilmî Işık  “rahmetullahi aleyh”, Mamakda iken, İmâm-ı Rabbânînin ve oğlu Muhammed Ma'sûmun “kuddise sirruhümâ” üçer cild mektûbâtının türkçe tercemelerini birkaç kerre okuyarak anlamağa çalışmış, bu altı cild kitâbdan, harf sırası ile özet çıkarmışdır. Üçbinsekizyüzkırkaltı madde hâlinde meydâna gelen bu özeti, İstanbula gelince seyyid Abdülhakîm efendiye okumuşdur. Hepsini, birkaç sâ'at dikkatle dinlemiş, çok beğenmişdir. (Bu bir kitâb olmuş. İsmini (Kıymetsiz yazılar) koy!) buyurmuşdur. Hüseyn Hilmî Işığın şaşaladığını görünce, (Anlamadın mı? Bu yazılara kıymet biçilebilir mi?) demişdir. 

Kendileri (Kıymetsiz yazılar) isimli bu kitâbın baş tarafındaki “Tenbîh” başlığı altında şöyle buyurmaktadırlar.

“Şimdi 1421 [m. 2000] senesinin birinci günü, Sarıyerdeki evimde, gece yarısı uyanınca aklıma gelen şeyleri aşağıda yazıyorum: Her şeyi yaratan ve varlıkda durduran bir Allah vardır. Allah yok denirse, hiçbir şey var olamaz. [(Se’âdet-i Ebediyye)de (Havâ) kelimesine bakınız!] Her insanın hayâtı üç zemâna ayrılır. Dünyâ, kabr ve âhıret hayâtı. Âhıret hayâtı, Cennet ve Cehennem olarak ikidir. Allahın sevdikleri, Cennetde ni’metler içinde sonsuz yaşayacak, sevmedikleri ise, Cehennemde sonsuz yanacakdır. Allahü teâlâ, kendinin var olduğuna inananları ve dünyâda her ân Onu düşünenleri ve emrlerini yapanları sever. Hergün beş vakt nemâz kılan, Onu hiç unutmaz. Nemâz, insanı bu se’âdete kavuşdurur. Nemâz kılmıyan ve kazâ etmiyen, Cehennemde yanacakdır.”

Tıb Fakültesinden eczâcılığa geçmesi

Hüseyn Hilmî efendi, tıbbiyye mektebinde ikinci sınıfa birincilikle geçdi. Kemik vizesini vermiş, kadavra üzerinde çalışma zemânı gelmişdi. O hafta Eyyûbe gidince, bağçede başbaşa otururlarken, (Sen mektebinde ne okuyorsun?) dedi. Cevâbını verdi. (Sen doktor olma. Eczâcıya nakl et! Çok iyi olur) buyurdu. (Ben sınıfın birincisiyim. Eczâcıya geçmek için izn vermezler!) dedim. (Sen istid'â ver. Allahü teâlâ inşâallah nasîb eder!) dedi. Dilekçelerden, yazışmalardan sonra, Hilmî efendi eczâcı ikinci sınıfına girdi. Sene ortası olmuş, dersler ilerlemişdi. Birinci sınıfdan da birkaç dersden imtihân olacağını bildirdiler. Birkaç ay içinde üçüncü sınıfa birincilikle geçdi. Eczâcı mektebini ve sonra Gülhâne hastahânesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce, üsteğmen olarak askerî tıbbiyye mektebine müzâkereci ta'yîn edildi. Eczâcı talebesi iken, Abdülhakîm efendinin emri ile, Parisde çıkan (Le Matin) gazetesine abone olup, fransızcasını ilerletdi. 

Evlenmeleri

1359 [m. 1940] senesinde, Hilmî Işık, (Efendim! evlenmek niyyetindeyim. Ne buyurursunuz?) demiş. (Kimi alacaksın?) buyurmuşlar. (Siz kimi tensîb ederseniz, onu) demiş. (Bu sözün kesin midir?) demişler. (Evet) deyince, (Sana, Ziyâ beğin kerîmesi uygundur) demişler. Hilmî Işık, Ankaraya dönmeden önce, merâkdan kurtulmasını isteyince, ertesi gün Ziyâ beği çağırtıp, uzun konuşdukdan sonra, söz alınır. Bir hafta sonra, İstanbula gelerek, mubârek elleri ile nişan yüzüğü takılır. Belediyye kaydından sonra, kendileri, Hanefî ve Şâfi'î mezheblerine göre islâm nikâhı yapar. İki ay sonra düğün olur. Yemekde Hilmî Işık'ı yanına oturtur. Yatsıdan sonra kendisi düâ eder. Bir hafta sonra, zevcesi ile yanlarına gitdiklerinde, zevcesine teveccüh buyurarak, (Sen benim hem kızım, hem de gelinimsin!) demişdir.

Hocalarının vefâtı

Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, 1362 [m. 1943] senesi sonbehârında Ankara, Hamamönündeki evinde otururken, Fârûk beğin oğlu avokat Nevzâd Işık gelip (Hilmî ağabey! Efendi babam seni istiyor!) der. (Şaka mı yapıyorsun? Onlar İstanbulda! Nasıl olur da şimdi gelsin derler?) cevâbını verir. Yemîn edince, birlikde, Fârûk beğin Hâcı Bayramdaki evine gelirler. Polisler Eyyûbde evini basmışlar. İzmire, sonra Ankaraya getirmişler. Çeşidli mürâce'atdan sonra, yeğeni Fârûk beğin evinde, kontrol altında kalmasına izn verilmiş. Korku ve yorgunlukdan çok zaîf, hâlsiz oturuyordu. (Her gün bana gel!) buyurdu. Hilmî Işık, her akşam, koluna girip, yatak odasına geçirir. Üzerini örtüp, yüksek sesle (Kul-e'ûzü) leri okuyup, üzerine üfler, ayrılırdı. Gündüzleri, ziyârete gelenler, karşısındaki sandalyelere otururlar, az sonra giderlerdi. Hilmî Işığı her zemân yatağının içine oturtur, hafifçe birşeyler söylerdi. Bağlumda defn edilirken, oğlu Ahmed Mekkî efendinin emri ile, Hilmî Işık kabre girip, dînî vazîfeleri yapdı. Yine Mekkî efendi, (Babam, Hilmîyi çok severdi. Onun sesini tanır. Telkîni Hilmî okusun!) buyurarak, bu şerefli vazîfe de Hilmîye nasîb oldu. Hilmî Işık, birkaç sene sonra, İstanbulda yazdırdığı mermer taşı kabre koydurdu. 

Vanda seyyid Fehîm “rahmetullahi aleyh” hazretlerine de mermer taşlar yazdırdı. İstanbulda Abdülfettâh ve Muhammed Emîn Tokâdî ve Çerkes Hasen beğin kabrlerini de ta'mîr etdirdi. 1389 [m. 1969] da vefât eden ikinci Abdülhamîd hânın zevcesi Behice Me'ân sultânın vasiyyeti üzerine, nemâzını Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh” kıldırdı ve (Yahyâ efendi) kabristânında kabr yapdırdı.

İcâzet-i mutlakası

Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin vefâtından sonra,  Seyyid Ahmed Mekkî Efendiden icâzet-i mutlaka almalarını, (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜ”nde şöyle anlatmakdadır.

“O ilm güneşinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar, sonra Kadıköyü müftîsi, fazîletli seyyid Ahmed Mekkî efendinin halka-i tedrîsine kabûl buyuruldum. Büyük bir şefkat ve mehâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma’kûl ve menkûl, üsûl ve fürû’ ilmlerini ta’lîm buyurup beni, 27 Ramezân-ı mubârek 1373 [m. 1953] pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me’zûn eyledi.”

Seyyid Ahmed Mekkî Arvâsî hazretlerinin, Hüseyn Hilmî Işık bin Saîd İstanbûlî hazretlerine verdiği  icâzetnâme için tıklayınız.

·       Arabîsi için

·       Türkçe tercümesi için  

Kimyâ ilminde Yeni bir keşfi

Askerî tıbbiyye mektebinde müzâkereci iken, yine hocası Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” emri üzerine Kimyâ yüksek mühendisliğini okumağa başladı. Yüksek matematikçi Von Misesden, mekanik profesörü Pragerden, fizikçi Demberden, teknik kimyâyı Gossdan okudu. Kimyâ profesörü Arndın yanında çalışdı. Takdîrlerini kazandı. Arndın yanında altı ay travay yapıp, (Phenylciyan-nitromethan-methyl esteri) cisminin sentezini yapdı ve formülünü tesbît etdi. Dünyâda ilk olan bu başarılı travayı, fen fakültesi mecmû'asında ve Almanyada çıkan (Zentral Blatt) kimyâ kitâbının [m. 1937] târih ve [2519] sayısında (H. Hilmî Işık) isminde yazılıdır. Hüseyn Hilmî Işık, 1936 senesi sonunda 1/1 sayılı Kimyâ yüksek mühendisliği diplomasını aldı. O sene Türkiyede ilk ve tek olarak kimyâ yüksek mühendisi olduğu, günlük gazetelerde yazıldı. Bu başarısından dolayı askerî kimyâ sınıfına geçirilerek, Ankarada, Mamakda zehirli gazlar kimyâgeri yapıldı. Burada onbir sene kalıp, Auver fabrikası genel direktörü Merzbacher ve kimyâ doktoru Goldstein ve optik mütehassısı Neumann ile yıllarca çalışdı. Onlardan almanca da öğrendi. Harb gazları mütehassısı oldu. Başarılı hizmetler gördü. Meselâ, ikinci cihan harbinde, ingilizler Polonyaya yüzbin halk maskesi satdı. Maskeler Çanakkale boğazından geçerken, almanlar Polonyayı aldı. İngilizler, maskeleri Türkiyeye satmak istedi. Yüzbaşı Hüseyn Hilmî Işık, bunları mu'âyene etdi. Süzgeçlerin zehrli sisleri kaçırdığını anlıyarak (Kullanılamaz. İşe yaramaz!) raporunu verdi. Millî Savunma Bakanlığı ve ingiliz sefîri inanmadılar. Telâşa düşdüler. İngilizlerin yapdığı şey nasıl bozuk olurmuş denildi, isbât etdi. (Parçalanıp, yamalık olarak kullanılabilir) raporunu verdi, ingilizler böylece parayı alabildiler.

Öğretmenlik hayâtı

Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, 1947 de Bursa askerî lisesinde kimyâ mu'allimi, sonra öğretim müdîri olmuştur. 1951 senesinde Kuleli ve 1959’da Erzincan askerî liselerine ta’yîn edildi.  Buralarda uzun seneler kimyâ dersi okutarak yüzlerce subaya hocalık yapmış, 1960 ihtilâlinde emekli olmuşdur. Sonra, Vefâ lisesinde ve imâm hatîb okulunda ve Cağaloğlu, Bakırköy san'at enstitülerinde matematik, kimyâ hocalıkları yapıp çok sayıda îmânlı genç yetişdirmişdir. 1962 senesinde Yeşilköyde Merkez eczâhânesini satın almış, sâhib ve mes'ûl müdîri olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etmişdir. 1966 senesinde İstanbul'da Işık Kitâbevi'ni, sonra da Hakîkat Kitâbevi'ni açmış, 1975 yılında, İhlâs Vakfı'nı kurmuştur. 

1391 [m. 1971] sonbehârında Delhiyi, Diyobend ve Serhendi ve sonra Karaşiyi ziyâret etmiş, Pani-püt şehrinde, Senâullah hazretleri ile Mazhar-ı Cân-ı Cânânın zevcesinin kabrlerinin ayak altında kaldıklarını görerek çok üzülmüş, beşyüz dolar vererek, her iki kabrin muhâfazasını te'mîn etmişdir.

1956 senesinde (Se'âdet-i ebediyye) kitâbını neşr etmiş, okuyucuların takdîr ve teşvîkleri ile otuza yakın din kitâbı çıkarmışdır. Almanca, fransızca, ingilizce ve ofsed ile hâzırladığı arabî ve fârisî kitâbları dünyânın her tarafına yaymış, binlerle takdîr, tebrîk ve teşekkür mektûbları almıştır. Bunlardan nümûne olarak üç adedinin, hem fârisî ve hem de Türkçe tercemesini buradan okuyabilirsiniz. Kitâblarının birkaçı, japoncaya ve Asyadaki, Afrikadaki yerli dillere terceme edilmişdir. Hiç kâbiliyyeti, ehliyyeti olmadığını, bütün bu hizmetlerin, seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin tesarrufları ve himmetleri ile ve islâm âlimlerine olan aşırı sevgi ve saygısının bereketi ile olduğunu söylerdi.

Hüseyn Hilmî Işıkın”rahmetullahi aleyh”  (Ehl-i sünnet kasîdesi) çok fâidelidir. Bu kasîde (Fâideli Bilgiler) ve (Cevâb Veremedi) kitâblarında mevcûddur.

Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye" kitâbını yazması

Kendileri  (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye) kitâbını yazmaları ile alâkalı olarak, (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜnde, şöyle buyurmaktadırlar.

“(m. 1947) den sonra, öğretmenlik hayâtımda, engin denizden bir damla gibi olan bilgilerimi, gençlerin temiz rûhlarına, onların gonca gibi açılmakda olan körpe dimâglarına akıtmak için çırpındım. İçimde yanan îmân ışığından, onların saf kalblerine birer kıvılcım salmak istedim. Elhamdülillah! Rabbim kolaylık gösterdi. Senelerce uğraşarak hâzırladığım ve fâideli ve nefîs kokulu çiçeklerden toplanarak doldurulan tatlı ve şifâlı bal gibi, birkaç sahîfeye yerleşdirdiğim (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı birinci kısmının basılması (m. 1956) senesinde nasîb oldu.”

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh" Se’âdet-i Ebediyye kitâbını okuyanların teşvîki ile, ikinci kısmını da hâzırladı. Bu da, 1957'de bastırıldı. Bu iki kitâb, temiz gençlikte, İslâmiyyete karşı, öyle bir alâka ve câzibe uyandırdı ki, suâl yağmuru altında kaldı. Bu çeşitli soruları cevâblandırmak için, mu’teber kitâblardan terceme ederek yaptığı açıklamalar ve ilâvelerle, üçüncü kısmını da 1960'da bastırdı.

(Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye)nin “ÖNSÖZÜ”nde  kezâ şöyle buyurmaktadırlar.

“Salâhiyyetim olmadığını bildiğim hâlde, yalnız İslâm âlimlerinin, aklları durduran üstünlüklerine hayrânlığımın ve onlara karşı taşıdığım sevgi ve saygının mükâfâtı olarak ve bu temiz milletin, asîl gençlerin, din simsarlarının tuzaklarından kurtulmaları, dünyâ ve âhıret se’âdetine kavuşmaları için, kalbim sızlayarak etdiğim düâların karşılığı olarak, Allahü teâlânın tevfîkı ile meydâna gelen bu üç kitâbı, (m. 1963) de bir araya getirip, (Tam İlmihâl) adını verdim. Devâmlı süâller sebebi ile, kitâbımın her baskısına yeni ilâveler yapıldı. Hepsi ingilizceye de terceme edilerek (Endless Bliss) ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi tarafından altı cild olarak basdırılmışdır. Bu kitâbda, bu fakîre âid hiçbir bilgi ve fikr yokdur. Terceme ve toplamakdan başka nasîbim olmamışdır. Büyük, mubârek zâtların yazıları olduğu için, okuyanların fâidelendiklerini, zevk aldıklarını ve bölücülere, kitâblarıma saldıran, iftirâ eden zındıklara aldanmadıklarını görmekle, cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Böylece, temiz rûhlu, sâf kanlı, mubârek gençlerin, müstecâb düâlarına kavuşacağımı düşünerek seviniyor, bu kitâbı ve düâları kıyâmet günü için, biricik sermâyem biliyorum.”

Seyyid Ahmed Mekkî Efendi “rahmetullahi aleyh”, (Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye) kitâbına yazdığı takrîzde buyuruyor ki: (Asrımızın fâdıllarından, zemânımızın bir dânesinin yazmış olduğu Se’âdet-i Ebediyye kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâbda, kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâblarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâbda, Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun olmayan hiçbir bilgi, hiçbir söz yoktur. Ey Temiz gençler!  Dinî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmayan, belki de, ileride bir benzeri yazılamayacak olan, bu kitâbdan alınız!)

Güzel ahlâkı

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh", hayâtı boyunca insanlarla iyi geçinmeyi, güzel ahlâk sâhibi olmayı tavsiye etti. Fitne çıkarmaktan her zemân çok sakındı ve sevenlerine de bu husûsda hep îkâzda bulundu. Güler yüzlü olmayı, güzel ve temiz giyinmeyi tavsiye etti. Bu zemânda İslâmiyyete hizmetin bu şekilde yapılacağını söylerdi. Yetiştirdiği binlerce öğrencisi ülkeye hep faydalı hizmetlerde bulunmuşlardır. "Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir sâat kalsa, orada hayırlı bir iz bırakır" derdi. 

Siyâsete hiç karışmamış, hiçbir partiye bağlanmamışdır. Siyâset adamları ile görüşmekten kaçınmıştır. Bölücülüğe, tarîkatcılığa karşı olduğunu, devlete ve kanûnlara karşı gelmemeği eserlerinde açıkça bildirmişdir. Türkiyenin ve bütün dünyânın her yerine gönderdiği muhtelif lisânlardaki kitâblarında, İslâm dininin doğru olarak anlaşılması, islâm ahkâmının ve ahlâkının yayılması için çalışdı. Bunun için, dini dünyâ çıkarlarına âlet edenlerin ve mezhebsizlerin iftirâ oklarına hedef oldu. 

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh" son derece vefâkâr idi. Ecdâdımıza büyük hürmeti vardı. İslâm âlimleri ve Osmânlılara, vefâ borcu olduğuna inanır ve onları büyük bir muhabbetle severdi. "Osmânlılar olmasaydı, biz şimdi Müslimân ve Ehl-i sünnet olamazdık!" derdi. Hocası Seyyid Abdülhakîm Efendinin talebeleri ve âile efrâdına hürmet ve ihsânlarda bulunmayı bir vefâ vecîbesi addederdi. Seyyidlere büyük hürmeti vardı. Ömrü boyunca, onlara hizmet etmeyi, onların sıkıntılarını gidermeyi, maddî ve ma’nevî destek vermeyi kendine önemli bir vazîfe bildi. 

"En büyük kerâmet istikâmet üzere olmakdır!" buyururdu. Nemâzı ve diğer ibâdetleri birinci vazîfe olarak görür, altını çize çize "Nemâza mâni olan işte hayır yoktur!", derdi. 

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh" dine zararı olmayan şeylere üzülmezdi. Çocukların yaramazlıklarını tabi’î görürdü. Ama onlara dinlerini öğretmekte gevşek davranılmasını hoş görmezdi. Şahsî malı, serveti yoktu. Çok çalışkandı. Nesi varsa, kitâblara ve kitâbların dünyâya yayılmasına harcadı.

Hakîkî bir tevâzu’ya sâhib idi. Kendisini asla başkalarından üstün görmez, sevenlerine "Benim günâhım hepinizden çoktur, çünkü ben hepinizden daha yaşlıyım!" derdi. Evine gelen müsâfirlere lâyıkıyla hizmet ederdi. Evinin alış verişini bizzat yapar, odununu ve kömürünü kendi alır, fatura ve vergilerini kendisi yatırırdı. 

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh", âilesinden Osmânlı terbiyesi, Seyyid Abdülhakîm Efendiden de tasavvuf edebi almış idi. Kendisinden büyüklerin yanında konuşmaz, kimse ile münâkaşa etmez, edebi gözetir, ekseriyâ iki dizi üzerine oturur, bağdaş kurmayı bile edeb dışı görürdü. Bursa'da eski müderrislerden Alî Haydar Efendiyi ziyâretinde sâatlerce iki dizi üzerinde oturunca, Alî Haydar Efendi talebelerine, "Hilmî Beyden edeb öğrenin edeb!" demişti. 

Hüseyn Hilmî Işık “rahmetullahi aleyh”, çok nâzik ve kibârdı. Mamak Maske fabrikasında vazîfe yaparken, orada Cemâl adında bir genç çalışıyordu. Babası Diyânette heyet-i müşâvere a’zası Konyalı Eyüb Necâtî Perhiz idi. Genç evde de efendimli konuşmaya ve ibâdetlerini yapmaya başlayınca, babası bu değişikliğin sebebini sordu. “Bizim bir kumandanımız var, çok kibâr birisidir. Efendimsiz konuşmaya alışırım da, onun yanında da öyle konuşurum diye korkuyorum.” dedi. Babası şaşırdı. Oğlu ile, Hüseyn Hilmî Efendiye, kendisini ziyâret edip teşekkür etmek üzere haber gönderdi. Hilmî Efendi "Babanız yaşlıdır. Buraya gelmesi de uygun olmaz, biz ona gidelim!" dedi  ve ziyâret etti.

Se’âdet-i Ebediyye kitâbını ilk çıkardığı sıralar, subaylara, senede bir kaç def’a çift ma’âş verirlerdi. Çift ma’âşın tekini biriktirip, bu kitâbı çıkarmak için harcardı.

Hüseyn Hilmî Işık'ın "rahmetullahi aleyh", sabır ve tahammülleri çok idi. İnsanlardan, bir eziyet, sıkıntı gelse katlanır, mukâbele etmezdi. Yerine göre pamuktan yumuşak, ama küfre, bid'atlere ve günâha karşı da çelik gibi sert idi. Dinimizin öngördüğü derecede cesûr idi. Kitâblarında doğruyu yazmaktan kaçınmaz, "Korkulacak yalnız Allahü teâlâdır!" der, ama fitne çıkmamasına da çok dikkat ederdi. Devletin kanûnlarına uymada çok titiz davranırdı. “Müslimân dine uyar, günâh işlemez; kanûnlara uyar, suç işlemez!” derdi. Sık sık (Vatan sevgisi îmândandır!) hadîs-i şerîfini okurdu. 

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh", maddî ve ma’nevî, dünyevî ve uhrevî ve bilhassa fen, tıb ve eczâcılık ilmlerinde zemânın ileri gelenlerinden olduğu için, gerçek bir âlim idi. Her sözü ilme, fenne ve tecrîbeye dayanan ve bu bilgilerini ve tecrîbelerini dinin temel ve asıl mi’yârları ile karşılaştırıp, tartarak, söylediğinden, hikmet konuşan, ya’nî her sözünde dünyevî veyâ uhrevî faydalar bulunan, belki eşi bir daha çok zor bulunabilecek olan bir zât idi. 

En kıymetli kitâblardan terceme ve derlemeler ile te’lîf eserler vücûda getirdi. Akâid husûsunda, bilhassa Ehl-i Sünnet ve Cemâ’at inancını sâde bir dille açıklayıp bu inancın yayılmasına öncülük etti. Hanefî, Mâlikî, Şâfi'î ve Hanbelî mezheblerinden birinde bulunmanın, Ehl-i Sünnetin alâmeti olduğunu, herkesin kendi mezhebine göre amel etmesinin şart olduğunu, zarûret ve ihtiyâc hâlinde, hak olan dört mezhebden birinin taklîd edilebileceğini, Ehl-i Sünnet kitâblarından alarak açıklayıp herkese duyurdu. Se’âdet-i Ebediyye ve diğer kitâblarında, binlerce mesele yazdı. Unutulmuş ilmleri ihyâ etti. (Ümmetim bozulduğu zemân bir sünnetimi ihyâ edene yüz şehîd sevâbı verilir!) hadîs-i şerîfini hep göz önünde tutarak, farzları, vâcibleri, sünnetleri, hattâ müstehabları uzun uzun yazdı. 

Dünyânın her tarafındaki insanlara doğru İslâmiyyet'i tanıttı. Ehl-i sünnet âlimlerince tasvîb ve medh edilen yüzlerce Arabî ve Fârisî eseri, Hakîkat Kitâbevi vasıtasıyla yedi iklim, dört bucağa yaydı. 

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh", aynı zemânda çok kudretli bir şâ’ir ve târîhci idi. Muhtelif vezn ve türde yazdıkları şi’rler emsâlsiz güzellikleri ile kitâblarında yer almaktadır.

Abdülhakîm Efendi "rahmetullahi aleyh" kendisine bir ders verdikleri zemân; "Bin, kemâl sayısıdır, bir şey bin kere okunursa ezberlenir, ama sen zekîsin, beş yüz kere okusan ezberlersin!", derdi. Doksan yıllık hayâtının sonuna kadar, hâfıza ve zekâsından hiç bir şey kaybetmedi. Öğrenmek istediği şeyi tam öğrenirdi. Bu sebebtendir ki, yetmiş beş yaşından sonra, nemâz vakitlerine dâir, yazılmış bir çok kitâbı, inceden inceye okumuş, anlamış ve Se’âdet-i Ebediyye ve başka eserlerine ilâve etmiştir. Oradaki girift trigonometrik hesâbları kolaylıkla yaptığı ve gerçek bir fen mütehassısı olduğu ehli tarafından bilinmektedir.  

Hüseyn Hilmî Işık "rahmetullahi aleyh", iktisâda, tasarrufa çok riâyet ederdi. İsrâfı men’ ederdi.

Bir ihtiyâc olmadıkça evinden dışarıya çıkmaz, ilmle, kitâb mütâle’asıyla meşgûl olurdu. Sevenlerine çok okumalarını ve mu’teber kitâbları herkese ulaştırmaya çalışmalarını tavsiye ederdi. "İslâmiyyet, her safhası ile, ahlâkı ile, i’tikâdı ile, ihlâs ve ameli ile yaşanan bir dindir. Hepsi bulunursa, tam olur. Yoksa kişinin dini eksik olur" derdi. Yazdığı kitâbların her biri, zarûriyât-ı diniyye bilgileri olup, zemânımızın büyük boşluğunu doldurdu ve mühim olan ihtiyâclarını karşıladı. 

Sıhhati muhâfazaya son derecede i’tinâ gösterir, mevsime göre giyinirdi. "Elektrik cereyânı öldürür, hava cereyânı süründürür!"; "Yaşlıların üşütmekten ve düşmekten çok sakınması gerekir!"; "Sıhhati korumak Müslimânların üzerine vecîbedir, ibâdetleri yapmak ancak bununla mümkin olur!" derdi. "Sıhhat için paraya acınmaz!" buyururdu. 

Zemânı yerli yerinde ve en iyi şekilde kullanırdı. Her işini muayyen bir zemânda yapardı. Vakit husûsunda verilen sözlere de riâyet eder, başkalarının da hassasiyet göstermesini isterdi. Meselâ, Yeşilköy'deki eczâhânesine gitmek için evinden çıkışı, her zemân aynı vakitte idi. O vakitten bir dakîka sonra çıktığı vâki’ olmazdı.

Bir yere gidip gelirken, kahvede boş oturan adamları görünce teessüfle, "eğer parayla zemân satın almak mümkin olsaydı, şu adamların zemânlarını alır, çalışırdım!" buyururdu. Okumakdan, yazmakdan ve çalışmakdan çok zevk alır ve bunları hep tavsiye ederdi.

“Nasıl muvaffak oldunuz?” diye soranlara: “Helekel müsevvifûn, ya’nî (Sonra yaparım diyenler helâk oldu!), Hadîs-i şerîfine uyarak bugünün işini yarına bırakmadım ve kendi işimi kendim gördüm, yapamadığım işi bir başkasına havâle ettiğim zemân netîcesini ta’kîb ettim" cevâbını verirdi. "Bu zemânda İslâmiyyet'e hizmeti muvaffakiyetle yapabilmek için muhâtabın anlayacağı gibi konuşmalı ve herkese tatlı dilli, güler yüzlü olmalıdır!" buyururdu.

Her işinde orta yolu ta’kîb eder, hiç bir şeyde aşırılığı tasvîb etmezdi. En iyi hoca, en iyi evlâd, en iyi kardeş, en iyi zevc, en iyi baba, en iyi dede, en iyi komşu, din ve fen ilmlerinde büyük âlim idi.

2000 ve sonraki senelerde Boğaziçinde Sarıyerdeki yalısında, kitâblarına ilâveler yaparak, ibâdet ederek ve sevenlerine nasîhat ve sohbetle zarûrî din bilgilerini anlatarak  vaktlerini kıymetlendirdi. 

Hüseyin Hilmî Işık’ın “rahmetullahi aleyh”, 1 Receb-ül ferd 1394 [21 Temmuz 1974 Pazar]  Günü Hâzırlamış Olduğu Vasiyyetnâmesi

 

       

 

 


 
 

Geri Dön

.::Bülent Gençer Vakfı .::.